İNŞAAT İŞ KAZALARINDA ÖLEN İŞÇİLERİN HESABINI KİM VERECEK

OKTAY TAN*
Şantiye Dergisi Ekim 99 - Sayı 136

İnsanlığın var oluşundan beri barınma içgüdüsü, günümüze kadar artan bir hızla konut yapımını geliştirmiş, büyük kentlerdeki rant getirici özelliği de eklenince bu gelişme, inşaat sektörüne daha da önem kazandırmıştır. Tamamen insan gücüne dayalı olarak yapılan konut yapımı, günümüzde özellikle büyük kentlerimizde yerini riski yüksek teknolojik yapıma bırakmıştır. İnşaat teknolojisindeki bu hızlı gelişim, gelişime ayak uyduramayan geleneksel inşaat sektörümüzde iş kazalarını da beraberinde getirmiştir.
İstanbul, Maltepe’ de bir inşaatta sıvacılık yapan 30 yaşındaki bir işçinin emniyet kemeri takmadan iskelede çalışırken dengesini kaybedip on ikinci kattan düşerek ölmesi, yine İstanbul Maltepe’ de bir inşaatta sıvacı olarak çalışan 17 yaşında bir işçinin 7. kat dış cephede sıva yaparken dengesini kaybedip sert zemine düşerek ölmesi, İstanbul Esenler’ de çalışmakta olduğu asma iskelede dış cephe sıvası yaparken çelik halatın boşalması sonucu 6. kattan düşmesiyle birinin hastaneye kaldırılırken yolda ölmesi, diğerinin de ağır yaralanması, Gebze’ de bir fabrika inşaatında prefabrik panoların dengesiz yerleştirilmesi nedeniyle devrilmesi sonucu üç işçinin pano altında kalarak ölmesi, ayrıca dört işçinin yaralanması, başka bir inşaatta elektrik çarpması, diğer bir inşaatta kalıp sökerken düşme sonucu sakatlanması, başa bir yerdeki inşaatta duvar örülürken tuğlanın, iskele altından geçmekte olan işçinin üzerine düşerek sakat bırakması gibi bir çok iş kazası olaylarını hemen her gün basından izlemekte, dolayısıyla meydana gelen iş kazalarını kanıksamış durumdayız.
Burada açıklık getirilmesi gereken husus,inşaat sektörü sadece konut yapımı değil, baraj, yol köprü, liman ve benzeri yapıların yapımı, onarımı ve yıkımı ile kazı işçilerinin de inşaat iş kolu içinde yer almasıdır. Örneğin Niksar Köklüce Hidroelektrik Barajı Derivasyon Tüneli’nde ortaya çıkan zehirli gazdan 18 işçinin ölmesi ile sonuçlanan iş kazasında olduğu gibi.
Hızla değişmekte olan teknolojik ilerlemeye ülkemizdeki sosyal yapının ayak uyduramaması, yaygın ve yüksek orandaki işsizlik, çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi (yıllardır süregelen enflasyon nedeniyle bozulan gelir dağılımı dengesizliği) kırsal kesimden gelen işçilerimizin eğitimsizliğine karşın nitelik gerektiren işlerde çalıştırılması ve yasal düzenlemelerde ki noksanlıklar ve boşluklar gibi nedenlerle iş kazalarının sayılarında hızlı bir artışın olduğunu kabullenmemek mümkün değildir.
Ülkemizde yapılmakta olan inşaatlarda meydana gelen iş kazalarının sayısı, yapılan istatistiklerde birinci sırada yer almaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumu ‘ nun son üç yıla ait istatistiklerinden hesaplanan ortalama değerlere göre, her yıl yaklaşık 20 bin inşaat iş kazası meydana geldiği, bu kazaların sonucunda 500’ den fazla kişinin sakat kaldığı ve 500’ e yakın kişinin de hayatını yitirdiği görülmektedir.
Bu istatistikler sadece SSK kapsamında çalışan işçilere ait verileri yansıtmaktadır. Bu durumda, kaçak çalışanlar ile SSK kapsamında olmayan işyerlerinde çalışanların karşılaştıkları iş kazalarının sayıları, bilinenlerden daha büyük boyutlarda olduğunu tahmin etmemek mümkün değildir.
İş kazalarının gelişmiş ülkelere oranla yüksek olmasının altında yatan en büyük neden, işverenlerimizin gelişen teknoloji karşısında iş güvenliği anlayışına ve bilincine henüz kavuşamamalarıdır. Çünkü, işverenler hala az masraf-çok kar ilkesini benimsediklerinden sonradan karşılaşacakları iş kazalarının yol açacağı maliyetleri düşünmedikleri gibi buna yapılacak harcamaları da külfet olarak kabul ettikleri için bu gibi işlere de bütçe ayıramamaktadırlar.
Örneğin, bir inşaatın maliyeti nasıl ki çimento, demir, kum, tuğla, işçilik vb. gibi kalemlerden oluşuyorsa ve bunlarsız bir yapının olmayacağı düşünülmüyorsa, bu kalemlerin arasında iş güvenliği önlemlerinin alınması ile ilgili olarak yapılacak giderlerinde yer alması zorunlu olmalıdır.
Bu uygulamanın yerleşmesi için Devlet’ in öncülük yapması ve Bayındırlık Şartnamesi’nde bu hususun yer alması gerekmektedir. Bu uygulanırsa ve Devlet’ ce de izlenirse diğer sektörlere de örnek olur kanısındayım.
Kısacası, işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasına yönelik yapacakları harcamaların yasak savıcı veya katlanılacak külfet olarak değil, verimi yatırım olduğuna inanmaları gerekmektedir. Bu yatırımların başında da eğitim gelmektedir. Çünkü, bilgi çağında en büyük yatırım insana yapılan yatırımdır.
Bu nedenle, ülkemizde inşaatlarda hızla gelişmekte olan teknolojiye ayak uyduracak kalifiye elemanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Oysa, uygulamada genel olarak inşaatta bilgisiz, babadan kalma usullerle çalışan ve ustasından gördüğünü yapan, eğitimsiz ve ehliyetsiz kişilerle çalışılagelmektedir. Bir inşaatta üst seviyedeki teknik elemanların yaptıkları eğitime ilişkin belgelerinin, diplomalarının bulunup bulunmadığı arandığı halde, diğer ara elemanlar olan kalfanın, ustabaşının ve ustaların ehliyetli olup olmadıkları aranmadığından hatta hiç istenmediğinden hatalı üretim ile birlikte iş kazaları da sık sık meydana gelmektedir.
Yapı sektöründeki inşaat firmaları, sürekli olarak bu sektörde kalifiye eleman açığı olduğuna ilişkin yakınmalarına rağmen, son yıllarda işgücü istihdamında maliyeti düşürmek için işverenler, inşaat işini parçalara bölerek taşeronlara (alt müteahhide) vermesi ve taşeronlarında ucuz emek istihdamı isteğiyle ehliyetsiz ve vasıfsız işçi çalıştırmaya devam etmeleri, dolayısıyla inşaatlarda eğitimsiz ve bilinçsiz işçi çalıştırılması sonucu, basınımızda sık sık yer alan inşaat iş kazalarını görmek kaçınılmaz olmuştur.
Yukarıda da sözü edildiği gibi, işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasına yönelik yapacakları harcamaların yasak savıcı veya katlanılacak külfet değil, verimi artırıcı dolayısıyla karlarını yüksek düzeye çıkarıcı bir yatırım olduğuna (zira, bilgi çağında en büyük yatırım insana yapılan yatırımdır) inanmaları gerekmektedir. Bu da gösteriyor ki bu sektördeki kuruluşlar, üzerine düşen görevi yerine getirmemektedirler.
Öte yandan, kamu düzenini sağlamakla görevli merkezi ve yerel yöneticiler yasalarımıza göre inşaatlarda alınması gerekli önlemleri denetlemekle ve iş kazalarını önlemekle görevlidirler. Ancak, bu konuda yasal mevzuatımızda cezai yaptırımların yok denecek kadar az oluşu denetimleri zayıflattığı gibi işverenleri de, önlem almaya adeta teşvik ettiğinden, iş kazaları önlenemez hale gelmiştir. Örneğin, Yapı İşlerinde İş Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’ nün 107. maddesine, betonarme platformlarının döşeme kenarlarına çalışan işçilerin düşmesini önleyecek korkuluk yapılması, bu mümkün değilse işçilerin serbest çalışabilmesi için döşeme kenarına korkuluklu iskele yapılması gerekmektedir. İşverenin bu önlemi alması için yapacağı harcama, yapmadığı taktirde 1475 sayılı İş kanunu’ nun 101. maddesine göre ödeyeceği para cezasından çok yüksektir. Çünkü sözünü ettiğimiz önlemi yerine getirirse harcayacağı para, en az elli milyon lira, yerine getirmediği taktirde ödeyeceği para cezası ise bugün sadece bir milyon liradır. Bu durumda adeta Devlet, cezaları güncel hale getirmediği için işverenleri önlem aldırmamaya özendirmektedir.
Yukarıda sayılan tüm olumsuzlukların bir araya gelmesinden meydana gelen iş kazaları sonucu birçok inşaatlarda ölen ve yaralanan bu işçilerin hesabını kim ödeyeceği konusunda kafalarımızda sorular oluşmaktadır. Diğer bir anlatımla, hatalı malzeme kullanılması, bilinçsiz ve ehliyetsiz işçi çalıştırılması, işverenlerce teknik ve yasal önlemelerin alınmaması nedeniyle israf olan malzeme ve can kaybını kim verecek?
İşte, burada basınımıza düşen görev, her meydana gelen iş kazasında suçlu ve kusurlu kimseyi araştırıp bulmak ve komuoyunu o konuda aydınlatmaktır. İş kazalarında kusurlu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ mı? Belediye Başkanı’ mı? Mimar ve Mühendis Odaları mı? Yoksa çalışanlarına yasalarla kendisine verilen yükümlülüğe rağmen eğitim vermeyen, alınması gerekli önlemleri almayan işveren mi? Yada eğitimli olmasına ve önlemlerin alınmasına rağmen iş güvenliği kurallarına uymayan işçi mi?
Oysa devlet, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının yok edilmesi ya da en aza indirilmesi konusunda mevzuat yapmalı bu mevzuata uygun örgütlenmeli ve iş yerlerinde önlemlerin alınıp alınmadığını denetlemelidir. İşverenler ise, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemlerini almalı, işçiler de alınan bu önlemlere ve kurallara uymalıdır.
Kanımızca, yürürlükteki 1475 sayılı İş Kanunu’ ndaki cezalar ile mevcut “Yapı işlerinde İş Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü” teknolojide ileri uygar ülkeler iş güvenliği yasalarındaki düzeye çıkarılırsa, ayrıca bugünkü taşeronlaşmaya hukuki düzen getirilirse; ya da kökten çözüm olarak İş Kanunu’ muzdaki bugünkü işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının uygar ülkelerde olduğu gibi tüm çalışanları kapsayan ve son yılların teknolojik gelişmeleri ile endüstriye giren yeni kimyasal maddeler ile yeni tekniklerin oluşturduğu risklere karşı gerekli önlemlerin alınmasını öngören bağımsız İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası haline getirilip uygulanması da bağımsız bir kurum tarafından yaptırılırsa inşaat iş kolunda meydana gelen iş kazalarının azalmasına çözüm sağlanabilir.
Sonuç olarak; iş kazalarının ve meslek hastalıklarının en aza indirilmesi için bilimsel metotlarla araştırmalar yapan, önlenmesinde çözümler üreten MESKA (Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları Araştırma ve Önleme) Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel basın, bilim adamları, meslek odaları bu bozuk düzene dur demeli ve sağlıklı, güvenli bir yapı sektörü için gereken çözüm yollarını üretmeli ve bunları merkezi ve yerel yöneticilere önermelidirler.

 

Sabah Gazetesi 27.05.1998.
Sabah Gazetesi 21.04.1999.
Sabah Gazetesi 3.03.1999.
Cumhuriyet Gazetesi 14.05.1999.
Hürriyet Gazetesi 29.08.1986

(*) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı emekli İşçi Sağlığı Genel Md. Baş.Yrd., Ank. Ünv. Kas. Mes. Yük. Okulu eski Öğr. Gör.